Page 37 - 8_sf_gold_tur_den
P. 37
9.
Günlerden bir gün bir tıkırtı duydu. Yatağın-
dan doğruldu, tekrar dinledi. Sanki kapıda
biri vardı. Umutlandı; yüzüne renk, kanına
can geldi. Günler, haftalar, aylar olmuştu.
Kimsenin ne sesini duymuş ne de yüzünü
görmüştü. Kar her yeri kapladığından, fırtına
da denizi esir aldığından diye düşünmüştü.
Sonra bu buz tutan ellerini ovuşturup tekrar
beklemeye başladı.
Bu metinde aşağıdaki duyulardan hangisine yer verilmemiştir?
A) Görme B) Tatma C) Dokunma D) İşitme
10. Aşağıdakilerin hangisinde yay ayraç içinde verilen hikâye unsuru yoktur?
A) Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Ayla başını bize doğ-
ru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu “Ben; kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep
ama doğum günümde ne istediğimi söylersem dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim
bunu. Bu nedenle de asla radyolu, kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi. (Yer)
B) Bu rüzgârın en sevdiği iş; ovanın tüm çiçeklerine gezip gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar
göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip
SARMAL DENEME 5 C) Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yeryüzüne yolluyordu. Bu ışıkları gören kozalardan o sabah beyaz
en masum görüntüsünü takınır, en hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler, eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerin-
den geçip hayranlıkla onu dinlerken o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış. (Olay)
bir kelebek çıktı. Çok büyük ve tül gibi ince bembeyaz kanatları vardı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında
buldu. Önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı. Sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu. Dinlenirken kanatlarını
dikleştirip birleştirmişti. Etrafına baktı. Doyasıya yeşilliğe daldı, saatlerce yeşilliği seyretti. (Zaman)
D) Uzak Doğu’da bir Budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik,
anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öyle-
ce durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu; o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı; içerideki Budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz bir şekilde
konuşmaları başladı. (Kahraman)
36